“Her hastalığın kökü tokluk, her devanın aslı açlık”. İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Osmanlı Devleti döneminde hekimlerin tavsiyesiyle insanların günde 2 öğün yemek yediğini söyledi.
İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Osmanlı Devleti döneminde hekimlerin tavsiyesiyle insanların günde 2 öğün yemek yediğini söyledi.
Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi'nde düzenlenen “Osmanlı Sağlık Gelenekleri” toplantısında “Osmanlı tıbbında yeme-içme kuralları”başlıklı bir sunum yapan Prof. Dr. Altıntaş, Osmanlı döneminde günde 2 öğün olmak üzere az yemek yendiğini belirtti.
Altıntaş, Osmanlı hekimlerinin az yemenin sağlıklı kalmanın anahtarlarından biri olarak gördüğünü o zaman söylediğini ifade etti.
Osmanlı Cihan Devleti'nde geleneksel yemeklerin yüzyıllar önce hekimlerin tavsiyeleriyle oluştuğunu anlatan Altıntaş, şöyle devam etti:
“Osmanlı'da, geleneksel tıpta ve bütün tıp kitaplarında 'her hastalığın kökü tokluk, her devanın aslı açlık olduğu tecrübeyle sabittir' denir. Yani az yemeyi tavsiye ediyorlar. Bugün yapılan araştırmalarda az yemenin sağlığa yararları açıkça görülüyor. Osmanlı geleneğinde geç bir sabah yemeği vardı ama kahvaltı değil. Aynı şekilde hava kararmadan hafif bir akşam yemeği vardı. 2-3 günde bir 3 öğün yemek yendiği olurdu. Genelde sabah ve akşam olmak üzere 2 öğün yemek yeniyordu ve az yeniyordu.
Osmanlı hekimleri vücudu yormayan ve kan yapan, enerji veren gıdaların yenmesini öneriyordu. Hekimler bunun haricindeki diğer tüm yemişleri, meyveleri, sebzeleri deva olarak, ilaç olarak görürdü. İlaç olan gıdaları tedavi haricinde yememeyi önerirlerdi. Çünkü bunların kanı yaktığını, safrayı ve balgamı arttırdığını söylerlerdi. Bugün biz bu meyveleri, sebzeleri tüketiyoruz. Osmanlı hekimleri bu gıdaları belli kompozisyonlarla yememizi söylemiştir. Bugün bizim geleneksel yemeklerimizin hepsi bu esaslarla hazırlanmıştır.”
Altıntaş, Osmanlı döneminde ekmek, et ve tereyağının en önemli gıda maddelerinden olduğunu söyledi.
Osmanlı hekimlerinin dönemin yeme-içme kültürünün oluşmasında önemli rolleri olduğunu aktaran Altıntaş, şunları kaydetti:
“Osmanlı hekimleri için en önemli gıda ekmekti. Kan yapıcı etkisi olduğundan en çok önerilen ve tüketilen gıda durumundaydı. Ama hangi buğdaydan yapılacağı, nasıl pişirileceği, nasıl muhafaza edileceği burada çok önemliydi. Bunların hepsini hekimler tek tek söylüyordu. Ekmeğin insan vücudu için en önemli en besleyici gıda olduğu biliniyor o dönemde. Ama kepeksiz buğdaydan, hekimlerin önerdiği şekilde pişirilen ekmek.
İkinci olarak en önemli gıda etti. Etin vücut için en faydalı gıdalardan birisi olduğu konusunda hekimler hem fikirdi. Erkek koyun eti, sütten kesilmemiş buzağı ve oğlak eti tercih edilirdi. Dana eti hiç bir zaman tercih edilmezdi. Tavuk eti, keklik, sülün ve tatlı su balığı da kırmızı etin haricinde tercih edilen et çeşitleri arasındaydı. Eti yenen hayvanların yetiştirilme ortamları da çok önemliydi ve bunlarda yine belli kurallar çerçevesinde olması öneriliyordu. Hayvanların hareketli bölümlerinin etleri iyi olarak görülürdü. Ama etin en iyi kısmı bile ekmekten daha aşağı olduğu belirtiliyor.
Tereyağı da bedene iyi gelen en önemli gıda olarak görülüyordu. Süt ve yoğurttan yapılmış tereyağ yine yumurta en çok tercih edilen gıdalar arasındaydı. Meyve olarak da üzüm ve incir tüketimi öneriyordu hekimler. Ancak hiç bir zaman ham meyve yenmesini önermiyor, bunların kurutularak tüketilmesini öğütlüyorlardı.”