Büyük Taarruz’un 101’inci yıldönümü nedeniyle açıklamalarda bulunan Atatürkçü Düşünce Derneği Edirne Şube Başkanı Celil Özcan, “Mondros teslimiyetini, Sevr zilletini görmezden gelerek Lozan’a ‘Hezimet’ diyen aymazların, en azından bu Destan’ı kanlarıyla yazan kahramanlarımıza, aziz şehitlerimize verecekleri bir hesap vardır. Bu gibiler; cahil cesaretleriyle hadlerini aşmamalı, milletimizin sinir uçları ile oynamamalıdır.” dedi.
Büyük Taarruz’un 101’inci yıldönümü nedeniyle Atatürkçü Düşünce Derneği Edirne Şubesi tarafından basın açıklaması düzenlendi. Dernek binasında yapılan açıklamaya; Şube Başkanı Celil Özcan ve şube üyeleri katılım gösterdi. Açıklamayı yapan Şube Başkanı Celil Özcan, Türk Ulusu’nun her şeyini Büyük Zafer’e borçlu olduğunun altını çizdi.
Özcan tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Büyük Taarruz, 101 yıl önce Ağustos’un 25’ini 26’sına bağlayan gece Afyon’da başladı, Aslıhan çevresinde kuşatılan düşman birlikleri, Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat yönettiği Dumlupınar Meydan Muharebesi’yle kesin bir yenilgiye uğradı. O’nu maceracı bulanlar da vardı, asırlardır taarruz savaşı yapmamış ordumuzun kazanmasının olanaksız olduğunu söyleyenler de, yaptığı planı çok riskli bulanlar da, İstanbul’da, Ankara’da, hatta kurduğu mecliste yenilgi haberini sinsice ya da açıkça bekleyen, “Keşke Yunan kazansa” diye duaya çökmüş alçaklar da… Oysa Mustafa Kemal Paşa’nın, 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’na adımını attığından beri zerre kuşkusu yoktu. Ulusuna güveni tamdı. Komutanlarla yaptığı son toplantıda “Bütün sorumluluk benim” diyor ve ekliyordu “Hiç endişe etmeyin. ‘Hücum’ emrini verip kamçımı indirdiğimden 15 gün sonra İzmir’deyiz.” 14 gün sonra 8 Eylül akşamı, Belkahve’den dumanlar içindeki İzmir’e bakarken İsmet Paşa’ya “Bir rüya görmüş gibiyim İsmet” diyordu. 3 yıl 3 ay 22 gün boyunca yaşadıkları bir rüya gibiydi sahiden. Ancak, vatandan başka aşk, milletten başka sevgili tanımayan, namusla, bilgiyle, cesaretle yürüyen ve “Ya İstiklâl Ya Ölüm” diyebilen yurtseverlerin görmeyi hak ettikleri bir rüya…
Ulus ve Ordu yokluklarla, yoksunluklarla, ihanetler ve isyanlarla boğuşa boğuşa “Ya İstiklâl Ya Ölüm” dediği bir kader savaşına girişmişken meclisteki bazı milletvekilleri ile yancılarının “Vatanı kurtarsak bile Mustafa Kemal’den kurtulamayız” kaygısıyla işgalci emperyalistlerin peşine takıldıkları, akla gelmedik tuzaklar kurmaya, Mustafa Kemal Paşa’yı Başkomutanlıktan uzaklaştırmaya, meclis dışı bırakmaya, hatta yok etmeye çalıştıkları görülmüştür. İşgalcilerin tezgâhları, güdümlerindeki Saray ve hükümetinin entrikaları, kışkırttıkları isyanlar, Kuvayı İnzibatiye dedikleri düzmece ordular da cabası… Nazım’ın “Ateşi ve ihaneti gördük” dediği günlerdir. Bu emperyalist işbirlikçisi hainlerin soyları kurumuş da değildir. Gün gelmiş ardılları “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilmiş, kimilerince el üstünde tutulabilmişlerdir. Yani İsmet (İnönü) Paşa: “Hiçbir ülke yoktur ki, kendi içinden bizim kadar hain yetiştirebilsin.” diye boşuna dememiştir. Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı, bir Ulusun gerçek bir dahi liderliğinde kadını ve erkeğiyle, çocuğu ve yaşlısıyla topyekûn mücadelesinin destanlaşmış öyküsüdür. Bu Destan; Dumlupınar şehitliğinde yatan 1914 doğumlu 8 yaşındaki Ömer oğlu Hüsnü’nün, 11 yaşındaki Abdullah’ın, Gördesli Makbule’nin, Nezahat Onbaşı’nın, Ilgaz dağlarında bebesiyle donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın ve daha onbinlerce vatan evladının temiz kanları ile yazılmıştır. Günümüzde Atatürk’e, İsmet Paşa’ya hakaret eden, Milli Mücadele’yi ve Büyük Zafer’i unutturmaya çatışan, Mondros teslimiyetini, Sevr zilletini görmezden gelip Lozan’a “Hezimet” diyen aymazların, en azından bu Destan’ı kanlarıyla yazan kahramanlarımıza, aziz şehitlerimize verecekleri bir hesap vardır mutlaka. Bu gibiler cahil cesaretleriyle hadlerini aşmamalı, milletimizin sinir uçları ile oynamamalıdırlar.
Bulunduğumuz coğrafyada Üniter Ulus Devlet ve Laik Cumhuriyet güvencesinden yoksun ulusların nasıl emperyalizme yem oldukları Irak’tan Suriye ve Libya’ya kadar birçok örnekle ortadadır. Ders alınmalıdır. Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi; “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.” Tarih bilimdir ve asla nankör değildir. Ulusumuzun hemen tamamı elbette her şeyi Büyük Zafer’e borçlu olduğunun bilincindedir ve başta Atatürk olmak üzere, Kuvayı Milliye kahramanlarımızı da, aziz şehit ve gazilerimizi de, Cumhuriyetimiz’in kurucularını ve Kemalist Devrim kadrolarını da minnetle, şükranla yad etmektedir. Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyetimiz’in 100. yılında Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak Yeniden Atatürk Cumhuriyet’ine ulaşma azim ve kararındadır. Büyük Taarruz’un, Büyük Zafer’in 101. şeref yılı kutlu olsun. Yaşasın Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye!”